...and Nietzsche asks: "IS LANGUAGE THE ADEQUATE EXPRESSION OF ALL REALITIES?"

.

27 Eylül 2011 Salı

Trenli Bir Hikaye 4



Yerleşim yerine doğru yaklaşırken, aklından bir sürü dşey geçiyordu, sevdiği insanlar, sevmedikleri, hayatından bi gitsin dedikleri... telefonu çaldı bir an, annesi arıyordu. Telefonu açtı, ama cevap veren olmadı, hat kesildi...kimbilir neredeydi ya. Artık kocaman bahçeli, tek katlı, rengarek evlerden oluşan o yerleşim yerinin içindeydi...Bir an arkasına dönüp baktı, ne mısır tarlası vardı, ne korkuluk, ne patika...

Bir an, sanki arkasına dönüp gidebilir ve o kapıdan geri çıkabilirmiş gibi gelmişti...çok yanılmıştı, hep yanılmaktan başka ne yapmıştı ki bu hayatta zaten...yazmak bir işe yaramıyor, konuşmak hiç yaramıyor...

...burada biraz oturup dinlenmeye ihtiyacı vardı, zaman garipti biraz, geçip geçmediğini anlayamıyordu hala...

Uzakta birini gördü, şimdi yanındaydı:

- "kahve alabilir miyim biraz"? dedi.

- "efendim"? diyebildi...

- "kahve diyorum, bir de biraz keçi sütü istiyorum, peynirim bitmiş, biraz peynir yapacağım"...

...bir yandan neler olduğuyla ilgili hiçbir fikri yokken, bir yandan da sanki bir yerlerde herşeyi biliyor ve anlıyor gibiydi. Bahçesinde kahve ağaçları olan evine girdi, evet onun evi ve onun bahçesiydi orası...nereden bildiğini bilmiyordu, ama biliyordu... mutfakta taze kahve çekirdekleri olan bir kavanoz vardı, onları yeni toplayıp, kuruttuğunu ve sonra kavanoza koyduğunu o kadar net hatırlıyordu ki! ve daha bu sabah keçileri sağıp, sütü dolaba koymuştu. Limon biraz hasta gibiydi sabah, gidip tekrar bir bakmalıım diye düşündü...Limon, keçisinin adıydı! ...kahveyi ve sütü Toprak'a verdi, evet Topraktı az önce yanına gelen çocuğun adı...

-"Ben de sana gelirken ceviz getirmiştim, biraz da kakao, öyle bakma yüzüme, kek yapmak için eksikleri yazmıştın ya sabah meydandaki ağaca"... dedi.

...Cep telefonu çaldı yine, arkadaşı arıyordu bu sefer, "İtalya'da olduğumu biliyorlar, ne diye arayıp duruyorlar" diye düşündü, bir zaman evvel annesi de aramıştı...çekmiyordu herhalde telefonlar burada...bir an şu aralar tek anormal olan telefonların çekmemesi sanki diye düşünüp güldü...

Bir anda kendini evin içinde ve mavi puantiyeli pijamasını giymiş şekilde buldu. Elinde dünyanın en güzel, yumuşak ama aynı zamanda kahve tadı yoğun, içinde bol yağlı kreması ve ne çok kaynar, ne ılık kahvesiyle, evin arka tarafında bir deniz kıyısına bakan ve her tarafı camdan evinde... öyle duruyordu işte...güneş batmak üzereydi ve ev sanki denizin içindeydi...Yoğun, aarı bir ışık vardı evin içinde, denizin ortasında sarı bir ateş topu gibi...Muhteşemdi bu kahvenin tadı, İtalyadaydı ne de olsa, herhalde o yüzden bu kadar güzel diye düşündü...

"...bazen böyle evde tek başıma sıkılmış, dalmış dururken, kapını kilidi dönerdi...sen gelirdin...kapının kilit sesi geliyor hala...heryeri camdan evimizde, yağmur yağardı ya üzerimize, ben kuzeyde üşüyüp uyurken sen güneşli sahilde bilgisayar oynardın. ben arada uyanıp, kıyıdan kıyıdan güneşli sahile gelirdim. "

Yatağına gitti, o kadar yorgun ve mutluydu ki, çok saçma deyip gülebildi sadece... kimbilir kaç saattir yürüyordu. Sıcacık yatağına girip, gözlerini kapadı, yağmur yağıyordu, camdan evinin üzerine... yağmurun sesini duydu, duydu, duydu...yağmur yağdığında üzülmediği ilk andı galiba bu. Kuzeyden, güneyden, doğudan ya da batıdan, kimseyi beklemiyordu, sonra bir an zaten eskiden beklediklerini de unuttu, sonra neyi unuttuğunu da unuttu, unuttu...unuttu...uyudu.
Publish Post

Hiç yorum yok: