Sanırım size aslında herşeyin nasıl başladığını anlatmanın vakti geldi. Anlatacağım hikayeyle pek ilgisi yok ama farkında olmadan koyduğum o noktanın izinden gideceğim, belki, belki de fikrimi değiştiririm, kim bilir.
Neyse konumuz bu değildi, galiba konumuz hiç bu olmadı ya...
Herşey bir tren yolculuğuyla başladı, ama herşey...bunun bir başlangıç olduğunu aklınızda tutmanızı istiyorum; böylelikle hikayemin sonuna geldiğimde ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız...ve söz veriyorum bu sefer mümkün olduğunca anlaşılır ve anlayışlı olacağım.
Bu gece sonunu getiremesem de bu hikayeyi anlatmaya artık başlamam gerektiğini hissediyorum; ve bu hikaye aslında herşeyin sonu ve başlangıcı aynı zamanda.
Her sabah aynı saatte, aynı yerlerden geçerek aynı yere gidiyordu. Aynı evler, aynı ağaçlar, aynı sokak köpekleri…dün aynı sokak köpeğini gördüğünde düşündüğü şeyi o sokak köpeğini bugün gördüğünde de düşünmüştü. Aynı sokak kıvrımı, aynı balkon, aynı inşaat…evin sokak kapısına gelene kadar kendini tutabilemeyi başarıp…neyse işte, hep aynı mavi anahtarıyla aynı kapıyı açıyordu, her gün, neredeyse aynı saatte...mavi yerine kırmızı bir anahtar yaptırmayı düşünmemiş değildi, ama renkler önemlidir, renkleri seçeriz, birşeylerin başımıza geldiği yalan, herşey seçimlerimiz sonucu olur, ve sonra da onları kendi gerçekliğimiz yaparız.
Olmuş olana çare yoktur
Olacak olanın olma ihtimali hep vardır
Olmakta olanı görememek ise sadece bir dramdır.
Olmuş olan, olmakta olan ve olacak olan hep linear bir çizgide mi ilerlerdi? Herşey bir arada olabilir miydi peki? Ve bizi ayakta tutan hep olacak olanın olma ihtimali miydi? Asıl meselenin olmakta olan olduğu neden kimsenin aklına gelmiyordu; ne düşünüyordun acaba bunu yazarken, diye düşündü, onun ne düşündüğünü bilebilmek sanki çok mümkünmüş gibi...
Dedim ya, herşey o trende başlayacaktı, öncesini bilebilmek mümkün bile değilken, şu anda bunları yazabildiğime şaşıyorum aslında...
Bunları düşünürken uyuyakalmıştı. Hava o kadar sıcaktı ki, havalandırmanın çalışmıyor olabileceğini düşündü, yanına su almamıştı. Tuvalete gitmesi gerekmesin diye su satın alma refleksi geliştirmediği için kızdı kendine. Kendine kızmak en iyi yaptığı şeydi zaten. Çok sıcak ya da çok soğuk olduğunda yaşamaktan nefret ederdi. Sanki yaşamın keyfini çıkarmanın ilk koşulu bu sıcak-soğuk dengesini sağlamaktan geçiyordu. Ve nem elbette. Nemden nefret ettiğini düşündü. Sonra da ne kadar çok şeyden nefret ettiğini düşündü…
Tren hala hızla ilerliyordu ve hala yemyeşildi herşey. En optimum mesafeden etrafı seyretmeye devam etti…ne çok uzak, ne çok yakın diye düşündü tekrar ve yine ve yeniden…uzaklaştıkça ne kadar mutlu olduğunu düşünüyordu, herşeyden uzaklaşmak, geride bırakmak. İçinde hissettiği nefret tüm iyi şeylerin önüne geçmeye başladığında bu kararı vermişti. Öylesine bir yerde bırakmıştı ki, aslında çok geç bir yerdi o, ya da tam zamanıydı... Bu kadar kızgınlık iyi değil diye düşünse de, ‘yola devam’ dedi. Yanındaki koltuktaki iki kadın ingilizce konuşuyorlardı, "heavenly ve earthly kelimelerini seçebildi sadece, hem trenin sesi hem de batılıların şu kısık sesle, sakince konuşma şekli yüzünden, yok aslında en önemlisi kendi kafasının içindeki gürültüden, ne dedikleri tam anlaşılmıyordu, Toskana bölgesi civarlarında olmalıydılar…
3 yorum:
"Birşeylerin başımıza geldiği yalan, herşey seçimlerimiz sonucu olur. Sonra onları, kendi gerçekliğimiz yaparız."
merakla bekliyorum, başlayanın bitişini.
winter is coming:)
demek ki bahara az kaldı ;)
Yorum Gönder