...and Nietzsche asks: "IS LANGUAGE THE ADEQUATE EXPRESSION OF ALL REALITIES?"

.

31 Ekim 2007 Çarşamba

Bir rüya ve analizi

Zaman makinası....

Benim olmayan bir evin bir köşesinde, bir yanı açık bir kutuya benzer bir yer ya da alet var. Önce sanki bir insanın içine sığabileceği kadarken ben yanına gidince küçülüyor, içine sığamıyorum... Ne olduğunu bilerek, yavaş yavaş yaklaşıyorum. Seni geçmişe götüren bir şey’miş. Şey diyorum çünkü makine gibi değil, sanki daha ruhani bir havası var gibi. İçine sığamayınca ellerimi uzatıyorum içine doğru, sanki bütün ben’i içine alacakmış ya da görüp geçmişe gönderebilecekmiş gibi. Önce hiç bir şey olmuyor. İçeride bir iki insan daha var, tanımıyorum... Bekle diyorlar. Ya sadece ellerim giderse diye korkuyorum. Olabilir diyorlar... Ve gerçekten sadece ellerim gidiyor, öylece ellerimsiz kalakalıyorum....

Bundan sonrası çok daha güzeldi... Bir otel gibi bir yerdeyim. Her biri aynı amaçla gelmiş bir sürü insan var içeride ve her birinin odasında geçmişe döndüren o ruhani şey’den mevcut. Benim de bir odam var, bir türlü beceremiyorum onu kullanmayı, araya sürekli bir şeyler giriyor. Bir ara hayal meyal içine girmeyi başarıp gittiğimi hatırlar gibiyim ama emin de olamıyorum. O kadar çok istiyorum ve çırpınıyorum ki... Elime bir broşür ya da kullanma kılavuzu gibi bir şey geçiyor. Ders notları gibi, kalemle ve çok özensiz yazılmış. Üzerinde çeşitli yıllar ve olaylar var. Karar veremiyorum hangisine, hangi yıla gideceğime, sanki herhangi birine bile gitmeyi başarabilmişim gibi... Sonra birilerine sorular soruyorum. Mesela nerede belireceğim o yıla gidince ya da o olaya. Ya denizin ortasında belirirsem diyorum, en korktuğum şeydir, ucu bucağı görünmeyen denizin ortasında yapayalnız kalmak.. Başıma gelmedi de değil hani...Yok olmaz öyle şey diyorlar. Sanki kendi içinde bir mantığı varmış gibi. Yıllara bakıyorum genelde 2002, 1999, 1992 gibi seneler. Hani 70’ler ya da 1800’ler ya da daha da eskiler yok, ya da benim ilgimi çekmiyor gibi sanki. Olaylar da var, 99 depremi var mesela. Hani böyle anlatınca karanlık geliyor ama hissettirdiği çok güzeldi nedense. Gidemesem bile gidebileceğim duygusu müthişti. Diğer insanlar gidip geliyordu mesela sürekli. Onlara nasıl dönüleceğini sordum. Bir çıkış var, hemen farkedersin zaten dediler. Bir de gidebilseydim...

Analiz:

O kadar basit ki.... hayatımda başıma gelen herşeyden kendimi öyle sorumlu tutuyorum ki bunun ağırlığı altında eziliyorum ve zaman zaman geçmişe dönüp olanları değiştirmek istiyorum. Aslında bir parçam olanların tamamen benim kontrolümde olmadığını da biliyor –deprem yılına dönmek istiyor olmam mesela- ama yine de onları bile değiştirmek istiyor gibiyim. Hiçbirşeyi olduğu gibi kabul edemiyor ve herşeye müdahele edip kontrolüm altına almak istiyorum.

4 yorum:

zibidi dedi ki...

Gerçek dediğimiz dünyaya gözlerini açıp, rüya aleminin o iç kabartıcı , şenlikli,fantastik serüvenlerinden ayrılmak zorunda kaldığı zamanlarda karşılaştığı aydınlık, onda, gün ortasında parlak gün ışığının egemenliği altındaki gökyüzünde bir uçtan kendine yer açmaya çalışan ayın solgun ışıkları gibi gelir,içinden çıktığı rüya aleminin canlılığının ve parlaklığının yanında gerçek dünyanın bu mat yüzeyini, bakanın suretini aksettiremeyen sırları dökülmüş bir ayna gibi algılardı.Gerçek dünya önce aydınlığı ile karşılardı bizi, rüyalar aleminin sürprizlerle dolu bilinmezliklerinin aksine,gördüğümüz ve dokunduğumuz ,gördük ve dokundukça da bildiğimizi zannettiğimiz güvenli bir koza gibi etrafımızı sarardı usul usul,bize gösterdiği renkler ve şekiller tanımlanabilir ve anlatılabilir oldukça bizim için bilinmezlik ortadan kalkar , güvenlik duygusu artar,fakat ters orantılı olarak merak duygusu azalırdı yavaş yavaş.Merakımızı gıdıklayacak şeyler ne kadar azalırsa bu dünyanın bize hazırladığı koza bir o kadar kalınlaşır,koza kalınlaştıkça güvenimiz artar,acabalarımız azalmaya devam ederdi.Bu haliyle gerçek hayat, bizi yavaş yavaş uyuşturan bir narkotik satıcısı gibi, ustalıkla zerk ederdi merakımızı biraz daha azaltacak bilmek hissini bilincimize.Hayatın gerçek dediğimiz yarısı diğer yarısını oluşturan hayal aleminin tersine bir yol izlemiş olurdu böylece.Rüya alemine giden yol karanlıkla başlayıp ,rengarenk,ışıltılı bir şekilde son bulurken,gerçek dünya ışıltılı ve renkli bir başlangıç yapar,ama kozanın gittikçe kalınlaşan çeperi artık ışık sızdırmayan bir karanlığa taşırdı bizi.

Bleu dedi ki...

"They say that dreams are only real as long as they last. Couldn't you say the same thing about life? " Waking Life -- Richard Linklater

Bleu dedi ki...

"yazı son değildir" demişti bir zibidi.

metinleri ara ara gelip okumak, yaşatmak lazım.

ben yine okuyacağım buraya gelip, yazarım bile belki...

zibidi dedi ki...

Böylesi bir serüveni yaşamak oldukça kısır bir hareketlilik içeren hayatının tek çeşitliliği sayılabilirdi .O her ne kadar oldukça sakin ve dingin bir yaşam mirasını devralmış olsa da,ondan beklenenler kuralları konmuş,geleneklerinden beslenen,akıl ve mantık süzgeçlerinden geçmiş,güçlü normlar üzerinde temellenen,kimseyi şaşırtmayacak eylemlerle sınırlı kalsa da, bir yanıyla hep serüvenin bilinmezlik içeren labirentlerinde yol alabilmek hayalini kurarak, uykunun kendine sunduğu bu imkanı her fırsatta değerlendiriyor,gerçek dünyanın kafamıza kaktığı kısır ve renksiz yavanlıkları yerine, rüyalar aleminin, içine gireni oradan oraya sürükleyen,üzerinde uzun uzadıya düşünmeyi ,hesap yapmayı ve tartmayı gerektirmeyen çeşitliliğini tercih ediyordu.



Hem zaten bütün serüvenler böyle ,düşünülmeden başlanan eylemler değilmiydi.Hatta eylem bile sayılmazlardı ilk başta bir iradeyi içermedikleri için.Hiç kimse gece yatmadan önce ertesi gün giyeceği şeyleri düşünür gibi bir sonra ki sabaha içine dalacağı bir serüven tasarlamazdı.Bizim kurguladığımız bir şey değildi ,bilinçli bir algılamanın sonunda, iradi bir karar vererek değil de,havuza arkadan itilen bir kurban gibi dalardık serüvenin içine.İşte tamda bu nedenlerle maceracı ruhunun onu itekleyip bıraktığı rüya aleminde sonu gelmez savrulmaların ,anaforların içinde kendini olduğundan farklı hissetmenin hazzıyla yuvarlanırken, bir göz kırpma mesafesindeki gerçek dünya da ki suretinin yavanlığını unutup,o sureti kendine yabancı bir hale getiren şimdiki halin ruhunu daha iyi kavradığını hisseder,onu o yapanın hangi o olduğu konusunda kararsız kalır, algıladığı kadarıyla rüyalar aleminin tüm evrenin eksik ama doğru bir yansıması olduğunu düşünür,bu alemin bir örnek, bir benzerlik taşıyan gerçek dünyadan farkını hisseder,onun her yöne gittikçe çoğalan,takip edilmekte zorlanılan bir hızla genişlemesini ,birbirinden süratle uzaklaşan olasılıklarıyla,bu olasılıkların bir birini kucakladığı kavuşma hallerini, paralel zamanların oluşturduğu bir balıkçı ağına benzetir,bu ağın her bir ilmeğinde bütün olasılıkların kucaklaşmalarını görür,ama her bir olasılığın içinde olamayacağının bilinciyle kederlenmek yerine ,bir başka zaman bir başka olasılıkta olabilme beklentisiyle ümitlenirdi.